19 •
Modern Toplumda Felsefe Kamu İle İlişki İçindedir Ve Devletin Hizmetindedir
Tüze Felsefesi, s. 19..
... bizim durumumuzda felsefe örneğin Yunanlılar durumunda olduğu gibi özel bir sanat olarak varolmaz, ama açık, kamu ile ilişki içinde, başlıca ya da yalnızca Devlet hizmetinde bir varoluşu vardır. Hükümetler kendilerini bu alana adayan eğitimli insanlarına duydukları güveni felsefenin gelişimini ve içeriğini bütünüyle onlara bırakarak tanıtladıkları zaman — gerçi şurada ya da burada belki de bu tutum bilimin kendisine karşı bir güven olmaktan çok ilgisizlik olmuş ve bilimin kürsüleri yalnızca bir gelenek olarak sürdürülmüştür (bildiğim kadarıyla örneğin Fransa’da en azından metafizik kürsüsü yitip gitmeye bırakılmıştır) —, sık sık o güvenin karşılığı kötü ödenmiştir, ya da, başka bir durumda, ilgisizliği görmeyi istediğimiz yerde, sonucun, temel bilgideki bozulmanın bu ilgisizliğin bir cezası olarak görülmesi gerekecektir. |
... bei uns die Philosophie nicht, wie etwa bei den Griechen, als eine private Kunst exerziert wird, sondern sie eine öffentliche, das Publikum berührende Existenz, vornehmlich oder allein im Staatsdienste, hat. Wenn die Regierungen ihren diesem Fache gewidmeten Gelehrten das Zutrauen bewiesen haben, sich für die Ausbildung und den Gehalt der Philosophie auf sie gänzlich zu verlassen — wäre es hier und da, wenn man will, nicht so sehr Zutrauen als Gleichgültigkeit gegen die Wissenschaft selbst gewesen und das Lehramt derselben nur traditionell beibehalten worden (wie man denn, soviel mir bekannt ist, in Frankreich die Lehrstühle der Metaphysik wenigstens hat eingehen lassen) —, so ist ihnen vielfältig jenes Zutrauen schlecht vergolten worden, oder wo man, im andern Fall, Gleichgültigkeit sehen wollte, so wäre der Erfolg, das Verkommen gründlicher Erkenntnis, als ein Büßen dieser Gleichgültigkeit anzusehen. |
Modern Kültürde Felsefenin özel, kişisel bir uğraşı olmanın ötesinde bir önemi vardır ve Kamu ile, Devlet ile ilişkili içinde olmalıdır. Felsefesiz Devlet sözcüğün gerçek anlamında bilgisizdir, Özencin, Raslantının, giderek Talihin elindedir. Bilgisiz Devlet mutsuz Devlettir. Platon Devletin Felsefe tarafından, özbilinçli Us tarafından yönetilmesi gerektiğini kabul etti. Ama kurguladığı Devlet modeli kendi zamanının kategorileri ile sınırlıydı ve herşeyden önce tüm insanların Özgür olduklarının bilincinden yoksundu. |
20 •
Pozitif Bilimler Ve Din Alanlarında Felsefeye Karşı Bilgisiz Bir Düşmanlık Eğilimi İçin Zemin Vardır
21 • Bu Alanlarda, Kavramsız Bilinç Tanrının, Doğanın Ve Tinin Kavramsal Bilgisini Aptalca Ve Günahkar Bir Kendini Bilmezlik Olarak Görür
Tüze Felsefesi, s. 20.
Çünkü pozitif bilimler alanında verilen çok sayıda üründe ve ayrıca dinsel olarak yükseltici çalışmalarda ve daha başka sayısız yazın yapıtında felsefeye karşı daha önce sözü edilen o küçümsemenin sergilendiğini görürüz, öyle bir yolda ki, tümü de düşünsel gelişimlerinde bütünüyle geri olmalarına ve felsefenin onlar için bütünüyle yabancı birşey olmasına karşın, gene de ona işi bitmiş birşey olarak bakarlar. Ama bununla da kalmazlar, felsefeden kesinlikle yakınırlar ve onun içeriğini, Tanrının ve fiziksel ve tinsel Doğanın kavramsal bilgisini, Gerçekliğin bilgisini aptalca, giderek günahkâr bir kendini bilmezlik olarak bulduklarını bildirirler, tıpkı Usu, ve yine Usu, ve sonu gelmez yinelemeler içinde Usu suçlamaları, değersizleştirmeleri, mahkum etmeleri gibi. |
Denn liest man in so vielen Produktionen aus dem Fache der positiven Wissenschaften, ingleichen der religiösen Erbaulichkeit und anderer unbestimmter Literatur, wie darin nicht nur die vorhin erwähnte Verachtung gegen die Philosophie bezeigt ist, daß solche, die zugleich beweisen, daß sie in der Gedankenbildung völlig zurück sind und Philosophie ihnen etwas ganz Fremdes ist, doch sie als etwas bei sich Abgetanes behandeln, — sondern wie daselbst ausdrücklich gegen die Philosophie losgezogen und ihr Inhalt, die begreifende Erkenntnis Gottes und der physischen und geistigen Natur, die Erkenntnis der Wahrheit als für eine törichte, ja sündhafte Anmaßung erklärt, wie die Vernunft, und wieder die Vernunft, und in unendlicher Wiederholung die Vernunft angeklagt, herabgesetzt und verdammt. |
Pozitivizmin ve boşinancın felsefe düşmanlığı felsefe konusundaki bilgisizliğe bağlıdır. Misoloji — Us-Nefreti — temelini ancak yine Usun kendisinde bulabilir. Misolojinin temelinde insanın sonsuz küçümsenmesi yatıyor olmalıdır. İnsanın küçümsenmesi onun en özsel Varlığı, Belirlenimi, Doğası olarak Usun küçümsenmesidir. Modern Nihilizmin de başlıca zemini misolojidir. Nihilizm Usu kötü realitenin bir yansıması olarak görmede görgücüdür, ve bu realiteyi yadsımada haklı olmasına karşın, realiteyi yadsımasını sağlayan yetinin Usun kendisi olduğunun bilinçsizidir. |
22 • Usun Edimselliği Kavrayışı Olarak Felsefe Tarihsel Olarak Koşulludur
23 • ‘‘Platonik Devlet bile özsel olarak Yunan törelliğinin doğasının bir ayrımsanışından başka birşey değildi.’’
24 • Platon Yalnızca Yunan Törelliğinin Zamanının Dolduğuna Tanıklık Etti
Tüze Felsefesi, s. 1.
Tam olarak felsefenin bu edimselliğe geçirilişidir ki yanlış anlamalar ile karşılaşır, ve bu nedenle daha önce belirttiğim şeyi, eş deyişle ussal olanın araştırılması olan felsefenin tam bu nedenle şimdide bulunanın ve edimsel olanın anlaşılması olduğunu, ve nerede olması gerektiğini Tanrının bildiği, ya da gerçekte nerede olduğunu, yani tek-yanlı boş bir uslamlamacılığın yanılgısında olduğunu elbette söyleyebileceğimiz bir öte-yanın kurulması olmadığını yineleyeceğim. ... [G]iderek boş bir ideal özdeyişinde geçerli olan Platonik Devlet bile özsel olarak Yunan törelliğinin doğasının bir ayrımsanışından başka birşey değildi. |
Es ist eben diese Stellung der Philosophie zur Wirklichkeit, welche die Mißverständnisse betreffen, und ich kehre hiermit zu dem zurück, was ich vorhin bemerkt habe, daß die Philosophie, weil sie das Ergründen des Vernünftigen ist, eben damit das Erfassen des Gegenwärtigen und Wirklichen, nicht das Aufstellen eines Jenseitigen ist, das Gott weiß wo sein sollte — oder von dem man in der Tat wohl zu sagen weiß, wo es ist, nämlich in dem Irrtum eines einseitigen, leeren Räsonierens. ... [D]aß selbst die Platonische Republik, welche als das Sprichwort eines leeren Ideals gilt, wesentlich nichts aufgefaßt hat als die Natur der griechischen Sittlichkeit. |
¶ Usun Edimselliği kavrayışının (= Felsefenin) tarihsel olarak koşullu olması ölçüsünde, felsefi kavrayışın bir İstenç olarak Edimselliği şekillendirmesi istemi de koşulludur. Ya da, felsefenin edimselliği belirlemesi görüşü ancak göreli bir gelişmişlik düzeyindeki felsefenin, eş deyişle sıradan bilincin edimselliği belirlemesi istemi ile birdir.
¶ Felsefe Realiteyi anlamada sıradan bilincin üstüne, kavramsal düzleme yükselir, kendinde realiteyi kavrar. Bu düzeye dek, Felsefesiz Devlet kendinin bilincinden, tarihteki yerinin bir bilgisinden yoksundur ve hiçbir biçimde yazgısına egemen değildir.
¶ Felsefe gelişmekte ve böylece değişmekte olduğu düzeye dek tarihsel olarak göreli bir bakış açısıdır ve bu düzeye dek realiteyi kavramsal çözümlemesi de o realitenin kendisi gibi tarihsel ve geçicidir. Ya da, felsefi kavrayış Dünya-Tininin tarihsel gelişiminin o sıradaki düzeyi ile sınırlıdır. Bu düzeye dek tarihsel gelişimi etkilemesi ya da belirlemesi ideal değil ama reeldir, saltık değil ama görelidir, örneğin Felsefenin politik süreci belirlediği ve politik realiteyi şekillendirmede birincil etmen olduğu Fransız, Amerikan, ve Türk Devrimleri durumunda olduğu gibi.
|
¶ Türk Devrimi de Avrupa devrimleri ile aynı Düşünce tarafından belirlendi, ve eşit ölçüde kararlı bir İstenç tarafından yaşama geçirildi. İlke gücünü tarihsel olarak yitmekte olan ve varoluşa ilgisi sönmüş engin bir gelenek Tininin ortasında sergiledi ve tanıtladı, çünkü Osmanlı yenileşirken Anadolu beyleri geleneğin içinde yalnızca eskidiler — bilgiden, inançtan ve güzellikten giderek daha çok uzaklaştılar. İdeanın başlangıçta bir kaç insanın bilincine sınırlı olması evrenselleşmesi ve edimselleşmesi için bir engel değildir, yeter ki İdea ussal olsun. Ussal olması onun kendi zamanına, ve zamanın ona hazır olmasından başka birşeyi anlatmaz. Batıda birçok toplum durumunda olduğu gibi, Cumhuriyetimize de temel olan Yurttaş Özgürlüğü ilkesi modern dönüşümün ilk devindiricisi, ölü bir kültürü yeniden dirilten yaşam öpücüğüdür. Bugün sahip olduğu topraklarda yaşamış olan uygarlıklara bile yabancı kalmış, Truva, Efes, Miletos gibi dünya-tarihsel önemdeki antik kentlere, onların güzel sanatlarına, yazın ve tarihlerine, felsefelerine, bilimlerine gözünü kapamış ve yalnızca yemek için ve düşünmeksizin, merak etmeksizin ve değişmeksizin sürüp giden derin bir göçebe kültürsüzlüğünün ortasında olmasının bir önemi yoktur. Giderek bugün bile aynı kültürsüzlüğün ve boşinancın bütün bir direnci ve isteksizliği ile, geleneğin dikkafalılığı ile yadsınmasının da bir önemi yoktur. Çünkü ussal olanın usdışı karşısında şansı saltıktır, bir zorunluktur. Çevresinde bütün bir küresel modern kültürün biçimlenmekte olduğu bu saltık olarak ussal ilke — 'Tüm İnsanlar özgür doğarlar' — Tarihte ilk kez Osmanlı Tininin de kökensel olarak ait olduğu Batı dünyasında aynı yolda doğdu, aynı dirençlerin üstesinden geldi, ve henüz işini tamamlamış değildir.
"Güneşin gök kürede durmaya ve çevresinde gezegenlerin dönmeye başlamasından bu yana hiçbir zaman insanın kendini kafasında, Düşüncede varettiği ve edimselliği ona göre kurduğu anlaşılmış değildi. İlk kez Anaxagoras dünyayı NOUS yönetiyor demişti; ama ilk kez şimdi insan Düşüncenin tinsel edimselliği yönetmesi gerektiğini bilme noktasına ulaştı. Bu yüzden bu görkemli bir şafaktı. Tüm düşünen varlıklar bu çığırın sevincini paylaştılar. Yüce bir heyecan Zamana egemen oldu ve sanki Tanrısalın dünya ile edimsel uzlaşması ilk kez şimdi başarılmış gibi Tinin bir coşkusu dünyayı baştan sona sardı."
HEGEL, TARİH FELSEFESİ, s. 225. |
Özgür dünyanın özgür varoluşunun, Yurttaş Toplumunun bu ilke çevresinde kurulan kavramsal tasarı felsefe tarafından bütün ayrıntısında didik didik edildi, usdışı geleneksel, despotik, boşinançlı biçimlerden bütünüyle arındırıldı, ve insanlığın önüne onun modern öz-bilinci olarak sunuldu. Türkiye Cumhuriyetinin ilkesi bu aynı koşulsuz ve sınırsız Yurttaş Özgürlüğüdür. Osmanlı bu ilkeye daha başından ve kararlı bir kavrayışla sarıldı, onu özümsedi, varlığını ona uyarlamaya yöneldi, ve bu olgunun kanıtı ve tanıtı İmparatorluğun ortadan kalkışı ve modern Cumhuriyetin doğuşudur. İlkenin kendini bütün bir toplumsal bilinçte ve insan kültürünün yetenekli olduğu her boyutta açındırması salt bir zaman sorunudur, çünkü insanın tinsel gelişimi onun kendinde hazır ve istekli olduğu şeydir. Eğer gelişime dirençten yakınılıyorsa, burada sorun gösterilen dirençte değil, ama ‘gelişim’ denilen şeyin geliştirici olmamasında yatar. Tinin doğası ve gerçeği, özü ve varoluşu, ilkesi ve ereği Özgürlüktür. Dışsal etki ancak engelin kaldırılması, bilgisizliğin giderilmesi olabilir.
Bir İdeoloji ise Özgürlüğü değil, tam olarak Özgürlüğün kendisine karşı Zoru, Kaba Gücü ilke almasında Felsefeden bütünüyle başka birşeydir. Dünya-Tini kendi gelişiminin mimarıdır. Onu bireysel-öznel ideolojik bakış açılarından denetleme tutkusu Dünya-Tininin bütün bir moral sorumluluğunu üstlenmeyi istemekle birdir — ama o moral olma niteliğinin kendisinin ne olduğunu bilmeksizin ve Özgürlüğü yadsıyışının kendisinde o nitelikten bütünüyle yoksun olduğunu ele vererek.
Dünya-Tininin tarihsel açınımı, onun kendi doğası tarafından belirlenmesi ölçüsünde, Zorunluk imler; ama Özgürlük bu Kendindenin kendi kavramsal zorunluğuna göre açınımından başka birşey değildir. |
25 •
“Ussal Olan Edimseldir, Ve Edimsel Olan Ussaldır.”
“Was vernünftig ist, das ist wirklich;
und was wirklich ist, das ist vernünftig.”
Tüze Felsefesi, s. 23.
Her saf bilinç de felsefe gibi bu kanı içinde durur, ve felsefe tinsel evreni olduğu gibi doğal evreni de ondan çıkarak irdelemeye başlar. |
In dieser Überzeugung steht jedes unbefangene Bewußtsein wie die Philosophie, und hiervon geht diese ebenso in Betrachtung des geistigen Universums aus als des natürlichen. |
Felsefe var olanda, Edimsellikte, Kavramın ne düzeye dek açındığı ve geliştiği sorunu ile ilgilenir. Ahlakın, Duyuncun, Özgürlüğün, Hakkın, Devletin vb. kavramsal olarak ne denli edimselleştikleri sorunu ile ilgilenir. Platon sütannelerin bebekleri sürekli sallamaları gerektiğini belirtirken, ya da Fichte pasaport polisinin kuşkuluların pasaportlarında yalnızca imzalarının bulunmasının değil, ama portrelerinin de çizilmesi gerekliği belirtirken, bundan böyle felsefenin işi olmayan noktalarla ilgileniyorlardı. |
Tüze Felsefesi, s. 23.
Böylece bu inceleme, devlet bilimini kapsadığı ölçüde, Devleti kendi içinde ussal birşey olarak kavrama ve betimleme girişiminden başka birşey olmayacaktır. Felsefi bir çalışma olarak, bir devleti olması gerektiği gibi kurgulama çabasının en uzağında durmalıdır; kapsayabileceği öğreti devlete nasıl olması gerektiğini öğretmekle ilgili olamaz, ama ancak onun, törel evrenin nasıl bilinmesi gerektiğini gösterebilir.
Idou Rodow idou, kai to phdhma.
Hic Rhodus, hic saltus.
... Çok az bir değişiklikle o özdeyiş şöyle de okunabilir:
Hier ist die Rose, hier tanze :: Gül nerede, dans orada. |
So soll denn diese Abhandlung, insofern sie die Staatswissenschaft enthält, nichts anderes sein als der Versuch, den Staat als ein in sich Vernünftiges zu begreifen und darzustellen. Als philosophische Schrift muß sie am entferntesten davon sein, einen Staat, wie er sein soll, konstruieren zu sollen; die Belehrung, die in ihr liegen kann, kann nicht darauf gehen, den Staat zu belehren, wie er sein soll, sondern vielmehr, wie er, das sittliche Universum, erkannt werden soll. |
Felsefi Devlet çözümlemesi Devleti kavramsal varlığında alır, tikel bir devletin görgül bulunuşu içinde değil, ve onun iç kavramsal ayrışmasını (kurumlarını, organlarını, işleyişini) mantıksal bağıntıları içinde sergiler. Tikel bir Devletin nasıl olması gerektiği konusu o devletin halkının törel karakterini ilgilendirir ve bir halka kendinde çok iyi olan ama onun reel duyunç ve istenç düzeyine karşılık düşmeyen bir Devlet biçimini salık vermeyi istemek bu istek ve halkın olanaklı isteği arasındaki eşitsizlik nedeniyle sonuçsuz kalır.
Rodos burada, öyleyse burada atla.
"Hic Rhodus, hic saltus" :: "Rodos burası, öyleyse burada atla." Ezop'un Övüngen başlıklı öyküsünün özünü anlatan bir deyimin geleneksel Latince çevirisi. Bir atlet bir keresinde Rodos'ta yaptığı müthiş bir atlama ile övünür ve bunun için tanık gösterebileceğini söyler. Onu dinleyenlerden biri 'Rodos burası, burada atla' der. Bununla tanığa ve böylece ertelelemeye gerek olmadığını demek ister. Hegel daha sonra Yunanca Rhodos (Rodos) ve gül (rhoden) ve Latince 'sıçra' (saltus) ve 'dans et' (salta) sözcükleri ile oynayarak Gül ve Haç Kardeşliğinin Haçındaki Güle bir anıştırma yapar ve gerçeklleşmenin ütopik bir geleceğe ertelenmemesi gerektiğini imler. |
26 •
Felsefenin İşi Var Olanı Kavramaktır
27 • Çünkü Var Olan Ustur
28 • Her Birey Kendi Zamanının Çocuğudur
29 • Felsefe Düşüncelerde Ayrımsanan Kendi Zamanıdır
30 • Felsefe De, Tıpkı Birey Gibi, Kendi Zamanının Üzerinden Atlayamaz
31 • Geleceğin Kurgusu Hiç Kuşkusuz Vardır, Ama Yalnızca Sanılarda
‘‘Die Philosophie [ist] ihre Zeit in Gedanken erfaßt.’’ ::
‘‘Felsefe düşüncelerde ayrımsanan kendi zamanıdır.’’
Var olanı kavramak felsefenin görevidir, çünkü var olan Ustur. Bireye gelince, her birey kendi zamanının bir çocuğudur; yine böyle felsefe de düşüncelerde ayrımsanan kendi zamanıdır. Herhangi bir felsefenin çağdaş dünyasının ötesine geçebileceğini sanmak, tıpkı bir bireyin kendi zamanının üzerinden atlayabileceğini, Rodos’un ötesine sıçrayabileceğini sanmak denli aptalcadır. Eğer kuramı gerçekte bunun ötesine geçiyorsa, eğer kendine olması gerektiği gibi bir dünya kuruyorsa, o dünya elbette vardır, ama yalnızca sanılarında — zayıf bir öğede ki, orada dilediği herşeyi imgeleyebilir. |
Das was ist zu begreifen, ist die Aufgabe der Philosophie, denn das was ist, ist die Vernunft. Was das Individuum betrifft, so ist ohnehin jedes ein Sohn seiner Zeit; so ist auch die Philosophie ihre Zeit in Gedanken erfaßt. Es ist ebenso töricht zu wähnen, irgendeine Philosophie gehe über ihre gegenwärtige Welt hinaus, als, ein Individuum überspringe seine Zeit, springe über Rhodus hinaus. Geht seine Theorie in der Tat drüber hinaus, baut es sich eine Welt, wie sie sein soll, so existiert sie wohl, aber nur in seinem Meinen — einem weichen Elemente, dem sich alles Beliebige einbilden läßt. |
Geleceğe ilişkin kurgular üretilebilir ve üretilir. Bu olanaklıdır. Ama bu uğraş Felsefe değildir, çünkü Edimsel Olmayan ile ilgilidir. Kurgular vardırlar, ama Varlık ve Edimsellik bir ve aynı şey değildir. Varlık düşüncede, imgelemde de olabilir. Ama Edimsellik ancak ve ancak ussal olanın alanıdır, çünkü tıpkı Doğa gibi Tin alanı da özsel olarak ussaldır ve ideolojinin Edimselliği çözümlemesi kavramsal olmadığı için onda gerçekte ne olduğunu bilmesi söz konusu değildir. Bildiği Edimsellik değil, ama yalnızca kendi imgelemidir. |
32 •
Us Edimselliği Kavrar, Çünkü Edimsellik Özsel Olarak Ustur
“Die Vernunft als die Rose im Kreuze der Gegenwart zu erkennen” ::
“Usu Şimdinin Haçındaki Gül Olarak Bilmek”
Özbilinçli Tin olarak Us ile varolan edimsellik olarak Us arasında yatan şey, o ilk Usu ikinciden ayıran ve onda doyum bulmasına izin vermeyen şey Kavrama dek özgürleşmemiş şu ya da bu soyutlamanın zinciridir. Usu şimdinin haçındaki gül olarak tanımak ve böylelikle şimdinin hazzını duymak, bu ussal içgörü edimsellik ile uzlaşmadır ki, felsefe bunu bir kez kendilerinde kavramak için bir iç istek doğmuş olanlara, ve tözsel olanda bir yandan öznel özgürlüğü kazanmak ve öte yandan bu öznel özgürlük ile tikel ve olumsal olanda değil ama kendinde ve kendi için var olanda kalmak isteyenlere sunar. |
Was zwischen der Vernunft als selbstbewußtem Geiste und der Vernunft als vorhandener Wirklichkeit liegt, was jene Vernunft von dieser scheidet und in ihr nicht die Befriedigung finden läßt, ist die Fessel irgendeines Abstraktums, das nicht zum Begriffe befreit ist. Die Vernunft als die Rose im Kreuze der Gegenwart zu erkennen und damit dieser sich zu erfreuen, diese vernünftige Einsicht ist die Versöhnung mit der Wirklichkeit, welche die Philosophie denen gewährt, an die einmal die innere Anforderung ergangen ist, zu begreifen und in dem, was substantiell ist, ebenso die subjektive Freiheit zu erhalten sowie mit der subjektiven Freiheit nicht in einem Besonderen und Zufälligen, sondern in dem, was an und für sich ist, zu stehen. |
Edimsellik her biçiminde usun kendini sergileyişidir, ne denli yetersiz olursa olsun. Önemli olan nokta Edimsellikte Usun dinamiğini, Olumsuzun gücünü, tanrısal Eytişimin iş başında olduğunu görmektir. Kişi dünyanın durumu karşısında nihilist bir umutsuzluğa kapılabilir. Gerçekte bu bile Usun bir tepkisidir, çünkü Edimsellikte istediği ve bulamadığı şey kendisinden başkası değildir, onda yadsıdığı kendi yokluğudur. Usun orada kendini görmediği ve gene de beklediği düzeye dek bu nihilizm hiç kuşkusuz kaçınılmazdır.
Haç ve Gül simgelerinin kökeni çeşitli gizemci geleneklerin boşinançlarına dek gider. Hegel'in kullanımı açıktır ve daha öte açıklama gerektirmez. Metnin bağlamını izlersek, 'Şimdinin Haçı,' bir yük olarak taşınması gereken şey edimselliktir, yaşamın varolan biçiminin kendisidir, ve 'Gül ve Haç Kardeşliği'nin Haçı gibi insan bedenini olmaktan çok, İsa'nın taşıdığı Haçı simgeler. Varolanı olumsuzlayacak ve değiştirecek olan, öte dünya gibi birşeyi tanımayan ve bu edimselliğin, Haçın kendisine özünlü olan Gül ise Usun kendisidir. Bu düzeye dek, Usun edimsellik ile uzlaşması gerçekte orada yalnızca ve yalnızca kendisi ile uzlaşmasıdır. Onu orada değil ama başka bir yerde aramak, edimselliğin kendinde ussal olduğunu anlamamak o edimselliği sonsuza dek Haç olarak görmeye götürür ve böylece kurtuluşu öte dünyada kabul eden dinsel inanaca özgüdür. Bu dünya ya da edimsellik ussallaşır, çünkü kendinde kendi başkası, Ustur: Birşey ancak kendinde olduğu şeye, kendi karşıtına değişebilir. |
33 •
Düşüncenin Duyguyu, Giderek Dinsel Duyguyu Da Aklamada Diretmesi Modern Özgürlük İlkesidir
Düşünce tarafından aklanmayan hiçbirşeyi duygusal eğilimde de kabul etmeyi istememek büyük bir dikbaşlılık, insanı onurlandıran bir dikbaşlılıktır, — ve bu dikbaşlılık zamanımızın tipik özelliği, dahası Protestanlığın kendine özgü ilkesidir. |
Es ist ein großer Eigensinn, der Eigensinn, der dem Menschen Ehre macht, nichts in der Gesinnung anerkennen zu wollen, was nicht durch den Gedanken gerechtfertigt ist, — und dieser Eigensinn ist das Charakteristische der neueren Zeit, ohnehin das eigentümliche Prinzip des Protestantismus. |
Düşüncenin, Usun inanç olarak da Duyguyu aklaması gerektiği görüşü modern Laikliğin ilkesidir. Düşüncenin birincilliği inancı öznel duygunun, ve hiç kuşkusuz bir dinadamları sınıfının öznelliklerinden kurtarması |
34 •
Usun Edimsellik İle Uzlaşması Onun Aklanması Değil, Ondaki Olumsuzun Gücünün Kavranmasıdır
Us nasıl ... bir yaklaşıklık ile yetinmezse, yine öyle bu zamansallıkta işlerin kötü ya da en iyisinden şöyle-böyle olduğu, ama burada hiçbirşeyin daha iyi olamayacağı ve ancak bunu anlamanın bizi edimsellik ile barış içinde tutabileceği görüşüne boyun eğen soğuk umutsuzluk ile de eşit ölçüde yetinemez. Bilginin sağladığı edimsellik ile daha sıcak bir barış olanaklıdır. |
So wie die Vernunft sich nicht mit der Annäherung ... begnügt, ebensowenig begnügt sie sich mit der kalten Verzweiflung, die zugibt, daß es in dieser Zeitlichkeit wohl schlecht oder höchstens mittelmäßig zugehe, aber eben in ihr nichts Besseres zu haben und nur darum Frieden mit der Wirklichkeit zu halten sei; es ist ein wärmerer Friede mit ihr, den die Erkenntnis verschafft. |
Edimselliği bilmek onu görüngüsünde değil, kavramsal özünde bilmektir. Edimsellik şöyle ya da böyle, iyi ya da kötü olabilir, ama Tinin geçici görüngülerinden Tinin bütün bir yazgısı için iyimser ya da kötümser vargılar çıkarmak geçersizdir. Tinin yazgısı onun özünden gelir ve bu öz Özgürlüktür. Görüngüler ise Tinin geçici yazgıları, sonlu belirlenimleri olarak gerçeklikleri içinde anlaşıldığında ancak bu özsellik, bu Özgürlük karşısında ölçülebilirler.
|
35•
Felsefe Sahneye Her Zaman Çok Geç Çıkar
36• Çünkü Kavranması Gereken Toplumsal Şeklin İlkin Edimselleşmesi Gerekir
37•
Felsefe Grisini Gri Üzerine Boyadığında (Edimselliğin Nesnel Kavramsal Özünü Öznel Olarak Kavradığında), Yaşamın Bir Şekli Daha Şimdiden Eskimiştir
38• Felsefe Edimselliği Gençleştiremez, Ama Ancak Bilebilir
Dünyanın nasıl olması gerektiğini öğretme konusunda birkaç söz daha eklersek, Felsefe sahneye her zaman çok geç çıkar. Dünyanın düşüncesi olarak, felsefe ilkin edimsellik oluşum sürecini tamamladığı ve işini bitirdiği zaman kendini gösterir. Kavramın öğrettiği şey, zorunlu olarak Tarihin de gösterdiği aynı şey, ilkin edimsellik olgunlaşınca İdeal olanın Reel olanın karşısında göründüğü, ve İdeal olanın kendi için bu aynı dünyayı tözünde ayrımsadığı, entellektüel bir alanın şeklinde kurduğudur. Felsefe grisini gri üzerine boyadığında, o zaman yaşamın bir şekli yaşlanmıştır, ve grideki gri ile gençleştirilemez ama ancak bilinebilir; Minerva’nın Baykuşu uçuşuna ilkin alacakaranlığın çöküşüyle başlar. |
Um noch über das Belehren, wie die Welt sein soll, ein Wort zu sagen, so kommt dazu ohnehin die Philosophie immer zu spät. Als der Gedanke der Welt erscheint sie erst in der Zeit, nachdem die Wirklichkeit ihren Bildungsprozeß vollendet und sich fertig gemacht hat. Dies, was der Begriff lehrt, zeigt notwendig ebenso die Geschichte, daß erst in der Reife der Wirklichkeit das Ideale dem Realen gegenüber erscheint und jenes sich dieselbe Welt, in ihrer Substanz erfaßt, in Gestalt eines intellektuellen Reichs erbaut. Wenn die Philosophie ihr Grau in Grau malt, dann ist eine Gestalt des Lebens alt geworden, und mit Grau in Grau läßt sie sich nicht verjüngen, sondern nur erkennen; die Eule der Minerva beginnt erst mit der einbrechenden Dämmerung ihren Flug. |
Felsefenin Edimselliği değiştirmemesi Edimselliğin değişmeyecek olması demek değildir. Değişim Tinin eylemidir, ideolojik imgelemin realize olması değil, çünkü bu ne denli usdışı ise edimselleşme olanağından o denli uzaktır, ve edimselleşen ideoloji değil, ama başka birşeydir. Önemli olan dünyanın değişmesi değil, ama Türenin Edimselleşmesidir, ve bu ise Türenin Kavramının evrensel bilinci olmaksızın olanaksızdır. Türeyi bilmek, onu kavramak onu edimselleştirmektir, çünkü insan doğası saltık olarak Türeden yanadır. Kuram ve Kılgının birliğinin zorunluğu Ussal olanın Edimsel olmasını anlatır: Bilgi olan Edimsel olandır. Bilinen yaşanandır. |
|
|